29 Mayıs 2010 Cumartesi

Bu kez kızının, "mor" doğum günü hediyesinin bedelini ödemeyi unutan "abla", "akılsız köpeği yol kocatır!" diye söylene söylene geri döner.

İki hafta önce, kızının anneler günü hediyesi olarak aldığı enerjinin ikinci doz/taksidini, bu kez, -aynı günlere rastladığından- doğum günü hediyesi olarak almak üzere, Cuma sabahı 9:00'da Selamiçeşme'de olan "abla", Reiki Master hanımın masaj masasına, bir önceki gelişinde kendisine giydirdiği yeni enerji elbisesinden memnun, "daha ne ekleyebilir acaba?" merakıyla uzanır.

Huzurlu müziğe bu kez biberiye kokusu eşlik ederken, bir öncekindeki gibi, "abla"nın başından başlattığı çalışmanın ilk etabında, enerjiyle sıcacık ellerini gözleri ve elmacık kemiklerini örtecek şekilde yerleştiren öğretmen hanımın,
dişlerde bir problem olup olmadığı sorusunu, "üst çenede mine aşınması nedeniyle aşırı duyarlılık yüzünden sızlama" diye yanıtlayan "abla"nın gözü önüne, yanağı altından yanıp sönen kırmızı ışıkla rapor veren diş görüntüsü canlanır.

Çalışma, bir önceki seanstan farklı,
kalp çakrasının arındırılması amaçlı kristal kalp dileği/niyetiyle sürerken, ille de herşeye kendi yorumunu katma merakındaki "abla", şıkır şıkır ışıldayan saf kristal ışıklı kalbine bir de kırmızı gül ekler. Bir sonraki aşamada, çocukluğunun en eski aşamasına gitmesini isteyen öğretmen hanımın rehberliğiyle -2004'teki seminerlerde oralarda çok dolaştığı halde, yorgun annesinin gözünden kendini sakladığı içinortanca kardeşinden başka çocuk görmediğinden- bir bebeklik görüntüsüne şaşkınlıkla ulaşan "abla", içindeki koca kafalı, kara bukleli çocuğu kucaklar, -kokusunu duyduğuna yemin edebilir!- öper, sever, sıkıca göğsüne yaslar, sarmalar, avutur.

Düşmelerden gelen bel ve bağlı olarak sağ bacak arızasına özel olarak ağırlık veren öğretmenin çalışmasını, "abla", imgeleme yaparak destekler. Kapalı gözleri önünde hayâl gücünün sahnesi hazırdır; uyluk ve kaval kemiği üzerine serili, donuk, soğuk, beyaz bezleri, hışımla toplayıp küçük bir bavula tıkan -biri-, acı, çekilme, kasılma, kamaşma duygularıyla doldurduğu çantayı alıp, kapıyı ardından çarparak çıkar, gider!..

Omuz, göğüs ve boğazına enerji aktaran öğretmenin,
"çok güçlüsün, öyle hırsla değil, yumuşacık, her güçlüğün üstesinden gelirim demişsin..." demesini, -eskilerde olsa ego'su Sebastian'ı şişirecek sözlerini- "abla", avatarı olduğu Basiret Hanım bilgeliğiyle, sakince "her zaman biliyordum, ne bildiğimi bilmiyordum..." diye yanıtlar. Kendi isteği dışında gelişen ikinci evliliği öncesinde, yaşamaktan çok yorulduğu/vazgeçtiği sıra, bademcik ameliyatı için aldığı narkozdan uyanmamayı seçtiği zaman aralığında -sonradan annesinin dualarının aktive ettiğini anladığı- otomatik pilot (sağduyusu, yüksek benliği, Ben'im Varlığı, Tanrısal yanı Basiret Hanım) kontrolüyle, "bedenimin bir yanı, her zaman ego'm dışında çalıştı, bunu gördüm de ne demeye geldiğini anlamam çok sonra..." diyerek açıklar.

Sağ kulağındaki, Fatma'nın
-Meryem'in- eli küpesini çıkarır, embriyona benzeyen kulak kepçesinin, bedendeki belli noktalara karşılık gelmesi prensibine dayalı kulaklarla çalışma sonrası "abla", öğretmenin, bu iş için günde üç dakika ayırmanın şaşırtıcı sonuçlar verdiği önersini kulağına küpe yapar.

Çakralar üzerindeki, hastalıklara ortam hazırlayan tıkanıklık giderici çalışmanın sonlarına doğru -yaratıcılığı da destekleyen- cinsellik çakrasının açık ama epeydir kullanılmamış olduğunu saptayan öğretmene "abla", o enerjiyi yazmaya aktardığını söyleyerek kendini savunurken, bedeninin, yumuşak köpükten bir kabukla sarıldığı imgesinin ne olduğunu anlamaya çalışırken hanımın "auranızı kalınlaştırıyorum, hissediyor musunuz?" sorusuyla bir kez daha şaşkınlık yaşar, tabanlarında bile kalınlığını hissettiği ışık kozasını, sağlam, hafif, dışı beyaz içi kırmızı astronot giysisi olarak tanımlar.

Çalışmanın sonunda,
yarım litrelik pet şişenin ağzı kesilerek üretilmiş huniyi dişleri arasına sıkıştırarak yer minderine uzanmasını istediği, -stres hallerinde soluk alışverişini kesme eğilimindeki- "abla"nın nefes kontrolünü yapan, ortaya çıkan manzarayı verimsiz bulan, beden ve ruh sağlığının başarısının büyük kısmının, doğru nefes alışverişiyle mümkün olduğunu anlatan öğretmen, 50 yaş altı -5'er kişilik- hanım gruplarıyla yaptığı Nefes Koçluğu (http://birsanatyasam.com/) çalışmalarına katılmasını önerirse de, Ege'deki evine dönme heyecanı içindeki "abla"nın bunu becerebileceği şüphelidir.

Öngörülen birbuçuk saatlik süreyi aşarak 2 saat 15 dakika süren seans bitiminde vedalaşarak ayrılan "abla", yol boyu içinde fıkırdayan "bir eksiklik, tuhaflık var!.." duygusunun farkına vardığında, Kadıköy Meydanı'na varmıştır bile; kızının "abla"ya doğum günü hediyesi, ikinci enerji dozu seansı bedelini ödemeyi unutmuştur! Yaşamı boyunca en dikkat ettiği konulardan biri olmasına karşın, -yıllar önce bir keresinde, Şişli Yeniköy dolmuşunda, dikiz aynasından kendisine, ücret ödememiş gibi dik dik bakan şoföre içerleyişinde olduğu gibi-, akılsızlık etmesine bu kez eskisi kadar kızmaz, kendisine hakaretler yağdırmaz. İskelenin öte yanına düşen Bostancı dolmuşuna biner, "akılsız köpeği yol kocatır!" diye söylenerek geldiği yolu gerisingeri gider, -Salı günü görüşecek olmalarına karşın- ödemesini yaptığı öğretmen hanıma, bu olaydan aklın yerini sezginin almakta olduğu son zamanlarda aklı devre dışı bırakmakta acele etmemek gerektiği dersini aldığını bildirir, bir kez daha vedalaşırlar.

Kadıköy'e ikinci varışında "abla", bir sevgili arkadaşının,
Müdür isimli birkaç aylık zımba gibi kara kedinin şenlendirdiği, Haydarpaşa ve tüm Kadıköy iskelesine nazır muhteşem manzara yüzünden nasıl iş yapıp para kazanabildiklerine akıl sır erdiremediği -denizcilik işlemleri yapan- işyerine uğrar. Kendi kedileri epeyce yaşlı, Ege'deki kedileri altı ay geride kalmış olduğundan genç kediyle oynamaya doyamayan "abla" sonunda, iskeleye yanaşan, altıncı kattan gözlediği gemilerden birini beğenir, kızlarla vedalaşır, on dakika sonra kalkacak olan Karaköy vapuruna sabrı elvermediğinden ilk vapurla Eminönü'ne geçer. Köprü altından Karaköy'e yürür, rıhtıma sıralanmış Boylu Soylu Yelkenliler'i görmek üzere kontrol noktasından girer.

En baştaki 1906 doğumlu, resimlerinde yeşil yelkenlerle pek yakışıklı,
Küba gezisinde Trinidad'da evini gördükleri, flora/fauna araştırmacısı Alexander von Humboldt'un adını taşıyanı gözüne kestirirse de, sarışın, yaşlı bir denizcinin küpeşteden sarkıp tane tane "yarın sabah, dokuzbuçuk..." demesi üzerine diğerlerine yönelir. Tenacious (İngiltere), Kaliakra (Bulgaristan), Dar Mlodziezy (Polonya), Shabab Oman (Umman) teknelerini inceleyerek yürürken "büyük bir tanesini gezeyim" niyetiyle Rusya yapısı Mir'e yönelen "abla", ziyaretçiler teknelere, belli sayıda gruplar halinde alındığından yürüyüşüne devam eder, iskelenin ucundan gelen kıvrak güzelim bando müziğine yönelir: İkisi köpekbalığı, ikisi denizayısı başlıklı/giysili, birkaçı yerel giysili, ufak esmer adamların yerel çalgılarla yaptıkları muhteşem Pasifik Adaları müziğine iki dansçı da eşlik etmekte...

58.3 metre uzunluğundaki, 1953 doğumlu Endonezya yelkenlisi
Dewaruci, ahşap oyma kaptan köşkü, sandıklar, direkler çevresindeki boyama ve oyma yerel sanat figürleriyle süslü çok güzel bir tekne, burnunda bir de birebir boyutta bir denizci kabartması var. "Abla", elbette meraklısı için çok daha makbûl, modern gereçlerle donatılmış diğer yelkenliler yerine, Dewaruci'ye binip gezmiş olmaktan, müzikli danslı gösteriyi de yüksekten izlemekten pek memnun kalır.

Sarışın iri kıyım, esmer ufak tefek, buğday tenli başları puşili denizci gruplarının, 17:00-18:30 arası İstiklâl Caddesi'nde gerçekleştirecekleri yürüyüşe hazırlandıkları sıra; iskeledeki, değişik yaş gruplarındaki öğrenciler, elleri
poşetli yaşlı amcalar, değerli takılı, pahalı parfüm kokan şık hanımlardan oluşmuş tuhaf kalabalık içinden ters yöne yürüyerek, girdiği kapıdan çıkan "abla", bu kez kozmonot giysisi etkisi taşıyan yeni enerji elbisesiyle yaptığı ziyareti, gemiadamı enerjisini de hasad ederek sonlandırır; köprünün öte yanından Eminönü'ne yürür, otobüse biner, evine döner.

18 Mayıs 2010 Salı

Kızının, "mor" anneler günü hediyesini "abla", şarabî mor bir yazıyla anlatmaya niyetlenir.

Bir yıl önce, bir üçgenin en dar açısına sıkışmışlık duygusundan dert yandığında, doğum haritasını çıkaran arkadaşının, bunun, Ağustos 2009'da çözülmeye başlayacağını bildirmesine karşın, özlediği harekete kavuşamayan "abla", bir yere gitmiyor görünen yaşamına ivme kazandırmak için "ne olmalı, ne yapsam?", diye düşünürken, -dışarıdan bakana trajedi içinde yaşarmış gibi görünürken- sonsuz bilgelikle yol alıp, onca yoksunluk içinde ışımayı, ışıldatmayı sürdüren sevgili arkadaşının "çemberler tamamlanıyor!" diyerek verdiği müjde üzerine, "zamanıdır!" deyip epeydir niyetlendiği "enerji alma" konusunu gündeme getirir; Merkür geri gidişi son günlerinde bir Cuma sabahı, sahilden Bostancı dolmuşuna biner, Cemil Topuzlu durağında, muhallebicide iner, kızının Reiki öğretmeniyle buluşur.

Ağaçlar arasında bir apartmanın giriş katındaki tütsü kokulu küçük dairede,
yüzün konacağı deliği de olan masaj masasına sırt üstü uzanan "abla" bedenini, sevdiği menekşe kokusuyla mora boyanan yumuşak müzik eşliğinde, -kendisini ikili fiş olarak tanımlarken, üçlü fiş olup başka enerji biçimlerini alma, iletme becerisine sahip şifacı-rehber-öğretmenin-, titreşimini birbirine sürerek aktive ettiği ellerine bırakır. Yürekten gelen yumuşak sesiyle niyet eden öğretmenin, ellerinden birini, enerji çalışması için, önce onayını aldığı "abla"nın alnına, diğerini ensesiyle başının buluştuğu yere koyarak başlattığı çalışma; başının tepesine, köprücük kemiklerine, omuz başlarına, göğüs tahtasına, boğazına, yüreğine, avuç içlerine, diz kapaklarına, ayak bileklerine, tabanlarına... sevgi dolu dokunuşlarla sürer. Bedenine, jöle kıvamıyla şıkır şıkır yayılan ılık enerjinin huzurlu etkisi, daha sonra yüzüstü uzandığı masada, diz arkası, bel ve boylu boyunca omurga üzerinde dokunulan noktalarla, -"abla"nın kapalı gözleri önünde parlak mor renkler, birbirine sarılıp dansederek yükselen figürler ve birkaç yıl önce gittikleri (Hindistan Jaipur'da, dağlar arasındaki Amber Kalesi'ndekine benzer) işli mermer korkuluğun ardında, tüllerin savrulduğu geniş taraçada, topuzlu bir kadın olarak kendisini arkadan gördüğü- bir buçuk saat sonunda bütünlenir.

1999'da güneş tutulmasını Hasankeyf'de izlemek niyetiyle yola çıkmalarından bir hafta-on gün önce, bir trekking dergisinden buldukları, İzmit yakınlarında
İstanbuldere'ye giden "abla"nın içinde bulunduğu küçük arkadaş grubu, aklı erenin zor kalkışacağı parkuru yürürler. Derenin yosunlu kayalarla sarılı yatağı, zemini kaynayan sular yüzünden gevrek, taşların yuvarlandığı tepe yüzünden zahmetli yürüyüşün bir aralığında ayağı kayan "abla", iki kaya arasına düşer, kuyruk sokumuna bir parmak kala bir kaya parçasına çakılır. Bu olay, hareketli bir kadın olan "abla"ya, kendisini en çok, her seansta ortalama birer buçuk saat civarı oturmak zorunda kaldığı film festivallerinde hatırlatır; canı yanan "abla", kıpırdanıp, kıvranıp durduğu için yanındakilerden habire özür diler.

Geçen yıllar içinde portföyüne, taban çökmesi, topuk dikeni eklenen "abla", bunlarla yetinmez; Kuzey Ege'deki yaşamında, komşusunun ahşap merdivenini ıslak seramik zemine koyup çatıya çıkmaya çalışırken yere çakılıp hurdahaş olma kapasitesini de sınar! Arızalarla dolu geçmişini barındıran yaşları üstüste eklendikçe,
hastalık fikriyle arası olmayan "abla", doktor doktor dolaşacağına "bir şeyim yok!" modunda yaşayıp giderken, bir keresinde, Mecidiyeköy'de kırmızı ışıkta karşıya geçmeye çalışırken, yolun ortasında topuk dikeni yüzünden kilitlenip bir 4x4'ün şoförünün dehşete düşerek sürücünün ömrünün kısalmasına neden olur. İlk göz ağrısı onpunto'nun beklenmedik vefatı üzerine yazılarını blogspot'a aktarmaya çalışırken, 8 saat boyunca aynı biçimde oturduğu gün sonunda "abla"nın, tutulma yüzünden, izleyen günlerde, ayağına çorabını giydirirken, sözkonusu ayak bitişik evdeki komşusunun ayağı imişcesine zorlanmışlığı da vardır.

"Kandırılıyor muyum, aman ha üçkağıda gelmeyeyim..."
türünden şüpheden, 2004'te bir gelişim semineri ardından, arkadaşlarının yargısı kaygısının engelleyemediği, Meryemana Evi'nin çıkışındaki bodur ağacın dibine, duvar üstünde oturup gürül gürül ağladığında, elini başına koyup kendisini avutan sevgili arkadaşı aracılığıyla sıyrıldıktan sonra, tüm bu beden arızalarını, üçgenin dar köşesine sıkışmışlığı, tamamlanmakta olan çemberler bilgisini altalta koyduğu sıra önüne çıkan, Yeni Çağ'ın yeni enerjilerinden birini kendisine aktarma yeteneğine sahip -üç başlı fiş- Reiki öğretmeni fikri "abla" tarafından sevinçle karşılanır.

Karanfil kokulu soluğuyla sessizce çevresinde dolanıp, yeni enerjiyi "abla"ya aktaran, onu hediyesiyle sarmalayan öğretmen,
"bu enerji..." der, "omurga çevresinde spiral gibi dönerek çalışır; yolu üzerinde yırtıkları diker, pıhtıları temizler, bedeni yeniler...". Bir hafta sonra bir ileti atarak gelişmeleri, değişiklikleri bildirmesini rica eder, bol su içmesini, alkol almamasını, eti azaltmasını önerir; ikinci doz -bu da, kızının doğum günü hediyesi olacaktır- için 15 gün sonrasına sözleşir, sarılarak vedalaşırlar.

Yeni enerji elbisesiyle, hoplaya zıplaya iki durak ötedeki arkadaşına giderken "abla" o sevinçle, Selamiçeşme Kalamış arasında bir yerlerde kaybolur. Damadı kısa dönem askerliğini bitirip dönmek üzere olduğundan, -böylece kendi askerliği de bittiğinden-, Ege'deki evine dönmeden, "abla"ya güle güle toplantısı yapan arkadaşlarına beraber gidecekleri için, bir ankesörlü telefon bulup Fenerbahçe PTT'si önünde olduğunu bildirir, bekler, buluşurlar.

Merkür'ün yılda üç kez yarattığı aksiliklerin sonuncularından olmak üzere,
bu kez, iki kadın kaybolur; Samandıra'ya dek uzanır, "aaa, hiç İstanbul gibi değil, ne güzel yeşillik, kır..." dedikleri manzarayı geride bırakır, doğru çevre yolu çıkışını yakalar, Kayışdağı Tüneli üstünden, sonra bir kez de doğru biçimde tünelin içinden, arızalanmış bir arabayı son anda farkedip kırarak geçerler; sonunda bir saat gecikmeyle de olsa arkadaşlarının Paşabahçe sırtlarındaki evlerine ulaşırlar.

Kuyrukları yoktan vara değişik uzunlukta üç güzel kediden ikisinin ortada salındığı, tümü de kedisever olan grubun kedi merkezli sohbetleri, krem rengi yün halıya dökülen kırmızı şarapla bölünürse de, aynı durumu deneyimlemiş arkadaşlarının önerisi üzerine sıvısı hafifçe toplanan dehşetli şarap lekesi, üzerine serpilen limon kolonyası sayesinde, hayretle açılan gözleri önünde -hiç olmamışcasına- yavaaaşça kaybolur. Bu reddedilemez gözlem, grubun, "bundan sonra birisine şarap götürdüğümüzde yanına bir şişe de limon kolonyası da eklemeyiz" kararı almasına yol açar.

Ertesi sabah, annesinde, hediyesinin
ilk taksidinin etkisini gözleyen kızına "abla"nın verdiği ilk rapor, sırtı ağrımadan uyanıp, zorlanmadan yataktan kalktığı, bir balerin gibi dimdik omurgayla mutfağa dek yürüdüğü; dahası, görüş netliği-derinliği meselesinin ortadan kalkıp en yakından en uzağa pırıl pırıl gördüğü yönündedir.