18 Mayıs 2010 Salı

Kızının, "mor" anneler günü hediyesini "abla", şarabî mor bir yazıyla anlatmaya niyetlenir.

Bir yıl önce, bir üçgenin en dar açısına sıkışmışlık duygusundan dert yandığında, doğum haritasını çıkaran arkadaşının, bunun, Ağustos 2009'da çözülmeye başlayacağını bildirmesine karşın, özlediği harekete kavuşamayan "abla", bir yere gitmiyor görünen yaşamına ivme kazandırmak için "ne olmalı, ne yapsam?", diye düşünürken, -dışarıdan bakana trajedi içinde yaşarmış gibi görünürken- sonsuz bilgelikle yol alıp, onca yoksunluk içinde ışımayı, ışıldatmayı sürdüren sevgili arkadaşının "çemberler tamamlanıyor!" diyerek verdiği müjde üzerine, "zamanıdır!" deyip epeydir niyetlendiği "enerji alma" konusunu gündeme getirir; Merkür geri gidişi son günlerinde bir Cuma sabahı, sahilden Bostancı dolmuşuna biner, Cemil Topuzlu durağında, muhallebicide iner, kızının Reiki öğretmeniyle buluşur.

Ağaçlar arasında bir apartmanın giriş katındaki tütsü kokulu küçük dairede,
yüzün konacağı deliği de olan masaj masasına sırt üstü uzanan "abla" bedenini, sevdiği menekşe kokusuyla mora boyanan yumuşak müzik eşliğinde, -kendisini ikili fiş olarak tanımlarken, üçlü fiş olup başka enerji biçimlerini alma, iletme becerisine sahip şifacı-rehber-öğretmenin-, titreşimini birbirine sürerek aktive ettiği ellerine bırakır. Yürekten gelen yumuşak sesiyle niyet eden öğretmenin, ellerinden birini, enerji çalışması için, önce onayını aldığı "abla"nın alnına, diğerini ensesiyle başının buluştuğu yere koyarak başlattığı çalışma; başının tepesine, köprücük kemiklerine, omuz başlarına, göğüs tahtasına, boğazına, yüreğine, avuç içlerine, diz kapaklarına, ayak bileklerine, tabanlarına... sevgi dolu dokunuşlarla sürer. Bedenine, jöle kıvamıyla şıkır şıkır yayılan ılık enerjinin huzurlu etkisi, daha sonra yüzüstü uzandığı masada, diz arkası, bel ve boylu boyunca omurga üzerinde dokunulan noktalarla, -"abla"nın kapalı gözleri önünde parlak mor renkler, birbirine sarılıp dansederek yükselen figürler ve birkaç yıl önce gittikleri (Hindistan Jaipur'da, dağlar arasındaki Amber Kalesi'ndekine benzer) işli mermer korkuluğun ardında, tüllerin savrulduğu geniş taraçada, topuzlu bir kadın olarak kendisini arkadan gördüğü- bir buçuk saat sonunda bütünlenir.

1999'da güneş tutulmasını Hasankeyf'de izlemek niyetiyle yola çıkmalarından bir hafta-on gün önce, bir trekking dergisinden buldukları, İzmit yakınlarında
İstanbuldere'ye giden "abla"nın içinde bulunduğu küçük arkadaş grubu, aklı erenin zor kalkışacağı parkuru yürürler. Derenin yosunlu kayalarla sarılı yatağı, zemini kaynayan sular yüzünden gevrek, taşların yuvarlandığı tepe yüzünden zahmetli yürüyüşün bir aralığında ayağı kayan "abla", iki kaya arasına düşer, kuyruk sokumuna bir parmak kala bir kaya parçasına çakılır. Bu olay, hareketli bir kadın olan "abla"ya, kendisini en çok, her seansta ortalama birer buçuk saat civarı oturmak zorunda kaldığı film festivallerinde hatırlatır; canı yanan "abla", kıpırdanıp, kıvranıp durduğu için yanındakilerden habire özür diler.

Geçen yıllar içinde portföyüne, taban çökmesi, topuk dikeni eklenen "abla", bunlarla yetinmez; Kuzey Ege'deki yaşamında, komşusunun ahşap merdivenini ıslak seramik zemine koyup çatıya çıkmaya çalışırken yere çakılıp hurdahaş olma kapasitesini de sınar! Arızalarla dolu geçmişini barındıran yaşları üstüste eklendikçe,
hastalık fikriyle arası olmayan "abla", doktor doktor dolaşacağına "bir şeyim yok!" modunda yaşayıp giderken, bir keresinde, Mecidiyeköy'de kırmızı ışıkta karşıya geçmeye çalışırken, yolun ortasında topuk dikeni yüzünden kilitlenip bir 4x4'ün şoförünün dehşete düşerek sürücünün ömrünün kısalmasına neden olur. İlk göz ağrısı onpunto'nun beklenmedik vefatı üzerine yazılarını blogspot'a aktarmaya çalışırken, 8 saat boyunca aynı biçimde oturduğu gün sonunda "abla"nın, tutulma yüzünden, izleyen günlerde, ayağına çorabını giydirirken, sözkonusu ayak bitişik evdeki komşusunun ayağı imişcesine zorlanmışlığı da vardır.

"Kandırılıyor muyum, aman ha üçkağıda gelmeyeyim..."
türünden şüpheden, 2004'te bir gelişim semineri ardından, arkadaşlarının yargısı kaygısının engelleyemediği, Meryemana Evi'nin çıkışındaki bodur ağacın dibine, duvar üstünde oturup gürül gürül ağladığında, elini başına koyup kendisini avutan sevgili arkadaşı aracılığıyla sıyrıldıktan sonra, tüm bu beden arızalarını, üçgenin dar köşesine sıkışmışlığı, tamamlanmakta olan çemberler bilgisini altalta koyduğu sıra önüne çıkan, Yeni Çağ'ın yeni enerjilerinden birini kendisine aktarma yeteneğine sahip -üç başlı fiş- Reiki öğretmeni fikri "abla" tarafından sevinçle karşılanır.

Karanfil kokulu soluğuyla sessizce çevresinde dolanıp, yeni enerjiyi "abla"ya aktaran, onu hediyesiyle sarmalayan öğretmen,
"bu enerji..." der, "omurga çevresinde spiral gibi dönerek çalışır; yolu üzerinde yırtıkları diker, pıhtıları temizler, bedeni yeniler...". Bir hafta sonra bir ileti atarak gelişmeleri, değişiklikleri bildirmesini rica eder, bol su içmesini, alkol almamasını, eti azaltmasını önerir; ikinci doz -bu da, kızının doğum günü hediyesi olacaktır- için 15 gün sonrasına sözleşir, sarılarak vedalaşırlar.

Yeni enerji elbisesiyle, hoplaya zıplaya iki durak ötedeki arkadaşına giderken "abla" o sevinçle, Selamiçeşme Kalamış arasında bir yerlerde kaybolur. Damadı kısa dönem askerliğini bitirip dönmek üzere olduğundan, -böylece kendi askerliği de bittiğinden-, Ege'deki evine dönmeden, "abla"ya güle güle toplantısı yapan arkadaşlarına beraber gidecekleri için, bir ankesörlü telefon bulup Fenerbahçe PTT'si önünde olduğunu bildirir, bekler, buluşurlar.

Merkür'ün yılda üç kez yarattığı aksiliklerin sonuncularından olmak üzere,
bu kez, iki kadın kaybolur; Samandıra'ya dek uzanır, "aaa, hiç İstanbul gibi değil, ne güzel yeşillik, kır..." dedikleri manzarayı geride bırakır, doğru çevre yolu çıkışını yakalar, Kayışdağı Tüneli üstünden, sonra bir kez de doğru biçimde tünelin içinden, arızalanmış bir arabayı son anda farkedip kırarak geçerler; sonunda bir saat gecikmeyle de olsa arkadaşlarının Paşabahçe sırtlarındaki evlerine ulaşırlar.

Kuyrukları yoktan vara değişik uzunlukta üç güzel kediden ikisinin ortada salındığı, tümü de kedisever olan grubun kedi merkezli sohbetleri, krem rengi yün halıya dökülen kırmızı şarapla bölünürse de, aynı durumu deneyimlemiş arkadaşlarının önerisi üzerine sıvısı hafifçe toplanan dehşetli şarap lekesi, üzerine serpilen limon kolonyası sayesinde, hayretle açılan gözleri önünde -hiç olmamışcasına- yavaaaşça kaybolur. Bu reddedilemez gözlem, grubun, "bundan sonra birisine şarap götürdüğümüzde yanına bir şişe de limon kolonyası da eklemeyiz" kararı almasına yol açar.

Ertesi sabah, annesinde, hediyesinin
ilk taksidinin etkisini gözleyen kızına "abla"nın verdiği ilk rapor, sırtı ağrımadan uyanıp, zorlanmadan yataktan kalktığı, bir balerin gibi dimdik omurgayla mutfağa dek yürüdüğü; dahası, görüş netliği-derinliği meselesinin ortadan kalkıp en yakından en uzağa pırıl pırıl gördüğü yönündedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder