25 Temmuz 2010 Pazar

"Abla"nın, Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 4

Verandada, göbektaşına uzanmışçasına, küçük kızkardeşi ile ter dökerken, "mevsim dolayısıyla tam doluluğa ulaşan sitemizde, mevcut tesislerin, ancak ortaklarımızın ihtiyacını karşılayabildiği... ortaklarımızın kan ve sıhrî hısımları dışındakilerin site içerisine alınmayacakları... artezyen kuyularındaki azalma nedeniyle duşların kapatıldığı..." içerikli anonsa kulak veren, -yol üzerine çift sıra park edildiğinden- burnunu, verandası dibindeki akasya ağacı altına sokmaya çalışan büyük siyah arabayı görünce saçları diken diken olan "abla", kendisini birden, özgürlüğünü -alanını- yitirme korkusu sınavında bulur; üzerindeki işgal edilme, ele geçirilme gerginliğinden sıyrılabilmesi için bir kaç deriiiiin nefes alması gerekecektir.

Ustanın, her daim muhteşem müzikle mayaladığı, "merak etmeyin, kalbiniz, ciğerleriniz yanmayacak..." diyerek, hacimli nefeslerle derinleşmesini sağladığı, arada zil sesiyle sağlamlığını test ettiği meditasyonlar sırasında "abla", -çok istemesine karşın, ne yazık!-, kardeşleri gibi "uçma"yı beceremez. Her nedense, her seferinde ayakları yerde, dibi sandalyede, yere uzandığı bir çalışma sırasında ise, -bir ihtimal bu güzelim duyguyu deneyimleyebileceğini sandığı seferinde, boynu civarında dolanan karıncanın neşeli ısırıklarıyla- sırtı kündededir.

Uçamasa da; gözleri kapalıyken, birlikte ürettikleri
"ooooo!" sesi/frekansıyla güçlü mor ışıklar görür; bir kayanın kuytusunda loş bir mekânda, bebek İsa'nın sarımsı taş bir kurnada vaftizi, serin kumlu çölde yürürken rastladığı devasa kayanın gölgelediği derin, duru, lâcivert gölde yüzdüğü; kardeşleri, gelen enerji dalgalarına atlarken, bir önceki çalışmada kendisine kristal bir koni hediye eden 12 muhteremin içinde bulundukları saldan uzanan elle sudan çekilip, gönül bölgesindeki tahta-metal çarka, eski 2.5 liralar büyüklüğünde 12 pırlanta yerleştirdikleri, -uzaktan, ola ola hantal bir leylek olup uçuşunu gözlerken-, sırtına bağlı araba koltuğunda kahkahalar atan küçük bir oğlan çocuğunu bir yerlere götürdüğü; bir seferinde de eski minibüslerdeki çıkartmaları hatırlatan kocaman gözlerin uçuştuğu pek çok sahneye tanık olur.

Üzerinden bir hafta geçmiş olmasına karşın duygu yükünü yitirmeyen
, Dome'un ayakucunda, karşı tepeye bakan kerevette, iki kardeşiyle, arada bir-ikisinin kaydığı yıldızlı göğe bakıp, rüzgâr eserken susup, hafiflediğinde sazı ele alan cırcırböceklerinin cırıltısı kulağında geçirdiği gecenin sabahında, sivrisineklerin sol kaşı üzerinde yaptıkları yoğun çalışma sonucu, henüz botoks yaptırmışcasına ifadesiz alınla uyanışını; ustanın, "işin yarısını yaptığını..." iddia ettiği göletteki muhteşem banyoları; Dome kubbesi altında, birbirlerine sarıldıkça büyüyen, sarıp sarmalayan -neredeyse elle tutulur-, kardeşlik frekansından sıyrılmak istemeyip, ömrünün kalanını bir köşesinde geçirme dileğini; karışık ot -delidomat, kursalak, kızılbacak- böreğini, Saraylı tatlıyı; yoğun enerji duşlarıyla yorgun bedenini yatağa serdiği serin, ferah, güzelim Taş Ev'de, aşağıdan yükselerek, oda arkadaşıyla tutturduğu uzun sohbetlere karışan, gençlerin ürettiği müziğin harika ritmiyle uykuya varmayı; bir kazayla hafifçe puslansa da, başını boş yakaladığında, Kelt müziği eşliğinde -biraz ürkerek de olsa- trambolinde zıplayıp hoplamayı; gözleri bağlı diğerine güvenerek yaptıkları yürüyüş sonrası kampa, dere içinden, kayan yosunlu taşlar üzerinde dört ayak, güle eğlene dönüşlerini... "abla", kolay kolay unutamayacak.

Şu ya da bu şekilde
bir dokunuş, üç beş söz, bir bakış... ile birşeyler öğrenmesini sağlayanların yanısıra; dere yatağından ayıkladığı parlak taşlarla yaptığı yığmalara nazire, iri taşlarla muhteşem denge anıtları diken "meçhul sanatçı" kardeşine; "yorgun musun abla?" sorusuyla, yorgunluğuna dikkatini çekerken, bunun hiç de örtbas edilmesi gerekli bir eksiklik olmadığını farketmesini sağlayan kardeşine, ellerinden kendisini tanıyıp gözlerinde Belgin Doruk'u görerek, kendisini özel ve güzel hissetmesini sağlayan kardeşine, kalbini tüm gayretiyle açarak -bir gülle- ulaşmasına izin veren kardeşine, yeni tanıştıklarında sarılma için izin isteyip ayrılırken, kendisine pastanın kremasında olduğunu müjdeleyerek, tepeye, kırmızı şekerlemeye ulaşmak için -işaret parmağının ilk boğumunu göstererek- "şu kadar kaldı Fatoş Abla!" diyen, tatlı orman perisi kızkardeşine; çok uzun zamandır göğsüne çöreklenmiş oturan, soluğunu boğan tıkanıklığı, yaptığı şifa çalışmasıyla bir çırpıda söküp atan sevgili oda arkadaşına; bu güzelim buluşmayı organize eden Şifa Çemberi ile birlikte, gelmekte olanın demo'su muhteşem frekansı deneyimleme mekânı sağlayarak yardım ve yataklık eden Hızır Kamp'a; ve elbette, yüreğine koyarak yaşamını kolaylaştırdığı "herşey yolunda..." güveniyle 2004'ten bu yana, yoluna ışık tutup sorularının yanıtlarının peşine düşme itişi sağlayan ustası Ali'ye, "abla", -sözcüğün taşımaya yetmediği duygularla- içtenlikle teşekkür eder.

23 Temmuz 2010 Cuma

"Abla"nın, Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 3

Sitenin, gece boyu bağıra çağıra, sert fren sesleriyle eğlenen, gündoğumuna yakın şapırtılarla denize giren, güneşin ilk ışıklarıyla yokolan vampirlerin dağıttığı uykusu üzerine, "serinde bahçeyi sulayayım..." diyerek yekinen "abla", son günlerde aldığı bir çok güzel haber/maile ek olarak, epeydir görmek istediği ahbaplarının sabah yürüyüşüne rastlar. Ayaküstü sohbetin tadı damağındayken sulamayı bitirir, bir üst sokak komşusuna takılır, beraber denize inerler. Hanım, "abla"nın kampa gideceğini bilmektedir, neler yaptığını merak eder. "Neyi, nereye kadar, nasıl anlatmalı?" diye düşünürken, ego'su Sebastian'ın -kimbilir ne tür bitiş/bitirilişlerin hatırasını taşıyan- kaygısı kaynaklı otosansür filtresine takıldığını farkeder etmez silkinen "abla" "hayır!" der "hayır, bu defa değil! BU DEFA DEĞİL!"...

Sıralama ve grup çalışmaları için üç kez, değişimin enerjisini taşıyan, doğum tarihi olan 23-5-1958'de de olduğu şekliyle tekrarlandığından kendisine pek uygun gelen 5 rakamını çeken "abla", sırası geldiğinde, özgürlüğünü kaybetme korkusundan, bunun kendisini kapadığı kafesten şikayet eder. 2004'teki çalışmalar sırasında çözdüğünü sandığı "annesine öfkesi" meselesi tortudan arınmamış olmalı ki, sorumlulukla sakatlanmış sevgi ve kölelik korkusu için bir kez daha -20 yıl önce rahmetli olan- "anne enerjisi"yle yüzleşmesi gerekir.

Küçük kızkardeşini, kendisinden 4.5 yaş büyük "abla"ya emanet ederek toplumsal rolünü oynamaya giden annesi,
bacağı boyundaki kardeşini uyutmak için ayağında sallarken savsaklarsa, karşı duvardan bakan Atatürk portresinin kendisine kızacağını söyler. Görünen o ki "abla", annesini çok ciddiye alır; için için, o oynamak isterken kendisine bu sorumluluğu yükleyen annesine kızdığı yetmezmiş gibi, uzun yıllar rüyalarında, uyanıkken konuşmalarında kızıyla karıştırdığı küçük kızkardeşine de kızgınlık duyar. Çalışma sırasında "anne enerjisi"nin modeliyle kucaklaştığında sırtını tapışlaması, hanımın "aaa, beni teselli ediyor, anne sen değilsin ki, benim anne!" tepkisiyle karşılanır. Bu çalışma, kendini, hiç sorgulamaksızın "sorumlu" sayıp annesi yerine koyan "abla"nın, "senin için bir şey yapmalıyım!" diyerek sıkıntılara boğduğu küçük kızkardeşinin -bazısı hırçın- tepkilerinin de açıklamasıdır. Sonunda "abla"nın, büyük olasılıkla, hafta sonu için İstanbul'dan gelen küçük kızkardeşini, 48 yıl süren sorumluluk prangasından salıverileceği saatler, bu yazının okunduğu saatlere denk gelecektir.

Katılımcı kardeşlerinin, hâlletmeye geldikleri sorunları anlatıp, problemleri, birlikte yarattıkları kişilerin enerjileriyle yüzleşerek çözmelerini sağlayan çalışmalar yaptıkları oturumların birinde, su rengi gözlü güzelim bir kız çıkar öne;
"ne yapsam" der, "anneme beğendiremiyorum..." Cümlesi gözyaşlarına boğulurken, yaşamını ,
-elbette en iyisini yapmak adına- kararttığı kendi kızıyla yüzleşen "abla", gözyaşlarıyla sarıldığı güzel kardeşinden özür diler. Devamında bu, ebeveyn ve evlât tarafını temsil edenlerin, ana-babalık ve çocukluk sürecinde, çizginin ötesinde ya da berisinde olmaları dışında, aynı enerjinin aktörü/aktristi/kurbanı olduklarının ortaya çıktığı çok değerli bir çalışma olur.

Bir diğer çalışmada katılımcılar ellerini tuttukları kardeşlerinin gözlerinin içine bakarlar; daha sonra içiçe iki dairede yan yana sıralı sandalyelerde oturanlar birer kayar, karşısına oturdukları kişinin ellerini tutarak gözlerine bakarlar; katılımcıların, gözler bağlıyken ayakta gezinerek buluştuğu diğerinin ellerini tuttuğu bir başka çalışmanın amacı diğerinin kim olabileceğini sezebilme, yüreğine sızabilme alıştırmasıdır.

Hiç kimseyi tanımadığından yabancılık hissettiği, cinsiyetle ilgili kalıplara takılıp tökezlediği, toplumsal hiyerarşi pratiğiyle tedirginlik duyduğu,
"elele tutuşup diğerinin gözünün içine bakma" çalışmalarında "abla", başlangıçta sıkıntı çekse de, alışıp bu harika maceraya kapılmakta gecikmez.

Toplumsal koordinatları kesin ve keskin iş adamının gözlerinden, bir çocuk masum, yumuşacık bakar;
yaşam mı onu o mu yaşamı örselemiş belli değil bir genç adamın gözleri, "abla"nın Katmandu'da gördüğü, kubbesi safranla yıkanan stupaya çizili Buda'nın gözleridir: (http://www.dailymotion.com/video/x2jf1i_buddhist-swayambunath-stupa-kathman_politics) Kız kardeşlerinden biriyle bakışırken "abla", diğerinin gücünü tartan, biri kendisi iki samuray arasında, göz hizasında parlayan yatay kılıcın pırıltısını görür. Nihayet, diğerinin içindeki varlığın ve ışığın onurlandırıldığı bir çalışma sırasında, kızıyla akran bal rengi gözlü erkek kardeşi, "abla"ya "Fatmacım" diye seslenip, yaş, cinsiyet türünden en güçlü kalıplarını yerle bir ederek, elele, bir olmanın tam olarak ne anlama geldiğini, yüreğiyle anlamasını sağlar.

Gözleri bağlıyken kendisini, büyük durulukla saptayan kardeşlerinin tersine, sesini duyduğu kardeşinin bile kim olduğunu anlamayan "abla", yüreğiyle kalplerine baktığında, birinin
kristal sütunlu görkemli bir kapıdan geçerek serin kumlu bir çölde mutlulukla ilerlediğini, ötekinin taşlı zeminde berrak bir su olup huzurla aktığını, son kardeşinin, üç çalışma sonra, geçit vermeyen sarp kayalık kalbinde izin verdiği aralıktan içeri bir kırmızı gül koyabildiğini görür.

"Abla"yı ürküten gece çalışmalarından biri
itiraflar başlıklıdır: Ortada, sadece bir kaç mumun aydınlattığı Dome'da, yanyana sandalyelerde oturanların gözleri, siyah bantlarla bağlı. Usta start verdiğinde ilk konuşan, çoktandır eteğindeki bu koca taştan kurtulmak isteyen "abla"dır, "cevapları bildiğim bir yarışmada para kazandım" der; kardeşleri, ufak tefek hırsızlıklar, ağırlıklı olarak cinsellikle ilgili taşları döker hafiflerlerken, tabancasını, kedileri sevdiği halde, geçmekte olan kediye doğrultup hayvanı vuran, bundan duyduğu acıyı saf kalple dile getiren itiraf, -içtenliği yüzünden- alkış alır.

Frekanslar
ın deneyimlendiği gece oturumu "abla" dışında tüm kardeşleri için ilginç bir deneyim olur: Yargısızlıklarından mıdır nedir, Dünyanın bazı yerlerinin, kahve ve bazı içeceklerin frekanslarını dener, pek de güzel tanımlarlar. Hangi gezegenden geldikleri çalışması sırasında, -yalnız dolanan- abla"nın payına düşen, özlem duygusunun eşlik ettiği tuhaf kent görüntüleridir.

22 Temmuz 2010 Perşembe

"Abla"nın, Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 2

Ertesi sabah, İstanbul'dan gelecekleri karşılama heyecanıyla erkenden uyanan "abla", bir ucunda, anne şefkatini güzelim yemeklerine katan güler yüzlü kadınların çalıştığı mutfağın bulunduğu, kahvaltıların edildiği, yemeklerin yendiği, yukarıda çamlarla bezeli tepeye, aşağıda mırıltılı dereye bakan taraçaya varır, oda arkadaşlarını saptamak üzere yorgun kalabalığı taramaya alır. Aralarından biri, bir güzel kadınla bakışır, tur organizatörleri olduğunu tahmin ettiği hanımlara yanaşır, isim vererek oda arkadaşlarını bulmaya çalıştığını anlatır. Az önceki bakışma, -sanki- yakalarda karanfillerin olmadığı bir randevunun buluşmasıdır, tanışırlar.

Burhaniye'de bir yıl okuduğu için, "abla"nın, "hemşeri"si ilân ettiği,
canayakınlığı boyundan uzun Mehmet'in servis yaptığı, taze pişmiş pide, tereyağ, zerdeçalla karıştırdıkları bal, zeytin, peynir, domates, salatalık, biber ve -kaldığı evin yakınında yaşadıklarından- tanışı tavukların, değişik turuncu tonlarda sarılı yumurtaları ile yapılan güzel, zengin kahvaltı sonrası, "abla"nın da ablası diğer oda arkadaşlarının eklenmesiyle Taş Ev 1'e çıkan üçlü, çocuk yatağı dışındaki, -saptanan sakıncalarının herkesin farkına vardığı- ebeveyn yatağını paylaşmayı reddederlerse de, içlerinden birinin Taş Ev 2'deki boş tek yatağa geçmesiyle sorun kansız biçimde çözülür.

Kahvaltı sonrası Dome'da ilk buluşmanın konusu, tanışma ve katılımcıların, bu çalışmaya katılma nedenleridir. Yanak yanağa vermiş görkemli iki çamın gölgelediği yuvarlak taş zemin üzerine yerleştirilmiş, 3-4 adam boyu yüksekliğindeki, uzay çatı metal iskelete giydirilmiş, şeffaf-mat plastik beyaz kubbenin zemini cilalı ahşap. Çadırın insan boyu yüksekliği, cırcırböceği cırıltısı ile reçine kokusu yüklü sıcak rüzgâra izin veren
-çepeçevre örtülebilir- tül/telle sarılı.

Kubbeli mekânların tüm kutsallığını taşıyan/yaşatan Dome'a, fermuarlı kapıdan,
yandaki çamın dibindeki, ortasında kristal bulunan sunak önünde ayakkabılarını çıkararak giren 35 kişi, içerideki sandalyelere dağılırlar. Daha önce gelip burada yaptığı çalışmalardan memnun kalıp, daha da mutlu olmak isteyenler dışında gelenlerin çoğu, berikilerde gördüğü değişikliğe duyduğu hayranlıkla o kıdemliye eklenerek gelenlerden oluşmakta...

Aralarında avukat, diş doktoru, iş adamı, tekstilci, bankacı, öğrenci... yanısıra şifacıların da bulunduğu bir kaç çift,
yavru kediler gibi boğuşan bir grup delikanlı, teyze-yeğen; kıyısından köşesinden, yaklaşmakta olan muhteşem değişikliğin farkında olup bu konuda ne yapması gerektiğine dair bir iteklemeyle, ruhlarına ağırlık veren gülleleri birer uçan balona dönüştürmek ortak hedefi ile bir araya gelmiş, değişik yaş gruplarından, kadınlı -şaşırtıcı oranda artmış olarak- erkekli gruptan, sırası gelen kim olduğunu, geliş amacını dillendirir.

Özgürlüğünü yitirme korkusu
nun yaşamını ele geçirdiğini görüp, bunu, ne yapıp edip ardında bırakması gerektiğini, sevgisinin sonsuz olabilecekken gelip gelip sorumluluk duvarına tosladığını hisseden "abla", en çok, güzelim bal rengi gözlerinden akan yaşlarla, ablasındaki huzuru kıskandığı için geldiğini, onun gibi olmak istediğini açıklayan kardeşinden etkilenir.

Kendisini buralara getiren büyük acıyı, "abla"yla, bilgelikle paylaşırken (
http://www.derki.com/sayi34/41-ilk-sok.html), bundan doğacak büyük iyilikle ilgili projesini de (http://www.facebook.com/?sk=2361831622#!/group.php?gid=129469070402684) aktaran oda arkadaşı, minicikken ölerek geride kalbi kırık bir anne bırakan evlâdı, tüm bu trajedi içinde, -yaşadığımız Dünya'nın yargılarıyla bakıldığında- akılalmaz katı yaklaşımıyla, kızını tutup tutup nihaî/ilâhi hedefe çeken anneanne, "abla"ya kalırsa, derin bir saygı duygusuyla onurlandırılmayı hakeder.

Zakkum ve çam dallarının,
olağanüstü bir iyilik duygusu yaratan suyla sarmaştığı, güzel, serin, huzur verici göl molalı ilk günde, gelmekte olanla ilgili temel bilginin, beyaz tahtada renkli kalemlerle anlatıldığı ders kadar, kardeşlerinin tepkileri de "abla" için yeni değildir. 2004 yılında aynı dersi dinleyen "abla" için farklı olan, önyargı, kaygı, korku, dehşet, panik gibi kendisini kötü hissettiren, ego'su Sebastian çıkışlı duygularını gün be gün geride bırakıp, Ben'im Varlığı Basiret Hanım'ın rehberliğinde, gelenin ihtişamına duyduğu hayranlıkla büyüdükçe büyüyen "abla"nın bizzat kendisidir.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

"Abla"nın Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 1

Yuvarlak melamin tepsiye yerleştirdiği çay, keçi peyniri, zeytinden oluşan alçakgönüllü kahvaltısını eder, zerdeçallı bal sürdüğü peksimetini gevelerken kulağına gelen biiip, biiip, biiip, biiip'ler üzerine verandadan bakan "abla" ne görsün? Şirketin kepçesi taarruza geçmiş, geri geri giderek, emek emek suladığı sardunyalar, zakkumlar üzerinden bitişik sıradaki evlerden biri bahçesine ulaşmaya çalışmakta: Bu bir sınav! Hemen koordinatlarını kontrol edip, duygusal açıdan nerede olduğuna bakan "abla", dehşetsiz, öfkesiz, paniksiz konumunu beğenir. Az bir zaman önce tam çizgide olduğunu, öfkesizliğe geçmek, orada kalabilmek için çaba harcadığını, şimdi ise bunu doğallıkla yapabildiğini görür pek sevinir.

Kahvaltısını bitirir, tıkanmış kanalizasyon kanalına ulaşmak üzere kazma işini bitirmiş kepçenin bahçeyi terkedişini izler, kısa bir hasar saptaması yapar, bilgisayarını açar; 2004'te çalışmalara başladıkları yıllarda,
"duygusuz birer et parçası..." olmalarından kaygı duyan sevgili kardeşini anarak yazısına başlar:

İstanbul'dayken, bilge arkadaşının
"çemberler tamamlanıyor" demesi üzerine kulakları ve burnu havada "abla", bir işaret beklemekteyken, ilgiyle izlediği koşulsuz sevgi sitesinde 17-18 Temmuz, Bilinçli Kavuşum içerikli yazılarla karşılaşır. Demeye kalmadan, 2004'te, Kadıköy'de bir dershanenin üst katında, bir kaç ay boyunca daha iyi olmak için yaptıkları çalışmalarda kendilerine rehberlik eden ustasından Kaz Dağları Hızır Kamp'ta -sözkonusu tarihi kapsayan beş günlük sürede- yapılacak Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği'ni haber veren bir mail alır.

"Gün, bu gün!" der, yerini ayırtır; gidişiyle dönüşü arasında geçen süre içinde "abla", bu bir çeşit Milâtmış da, oradan öteye yol varmış gibi, kamp sonrası için hiç plan yapmaz.

İstanbul'dan gelenlerle buluşmakta zorluk çekmemek için kampa bir gün önce yollanan "abla", serviste rastladığı komşusuna ve Burhaniye, Yorgancılar Sokağı'nda uğrayıp balık çorbası içtiği ahbabına konuyu
"pek mübarek günler..." diye anlatır, saf kalple iyilik için dua etmelerini önerir.

Edremit'ten bindiği LPG'li taksi ile,
Zeytinli'den geçerek Kaz Dağları Milli Parkı içlerindeki Hızır Kamp'a ulaştığında günü yarılamıştır; kalacağı Taş Ev'in bir önceki konuğu -gönülsüzce- ayrılana dek, taşlar üzerinde şıngırdıyarak akan duru dereye çekilen engelle oluşturulan gölete girer. Derenin yatağı ile kışın kullandığı daha geniş yatağına serili, -Şirince'nin de zeminine döşeli- ışıltılı taş, (Coğrafya Sözlüğü'nde belirtildiği üzere, granitin yüksek sıcaklık ve basınç altında değişime uğraması yani metamorfize olması sonucu oluşan) gnays, "abla"nın ilgi ve beğenisini hakeder, "Kaz Dağları'ndan bana bir taş getir" diyen komşusu, kızı ve kızkardeşleri için en parlayanlarından birkaç tane seçilir. Kitabını okur, çevreye kulak açar, dereye girer, yabancılık hissettiğinden olmalı suyu soğuk bulur, minik bir melek kız bebekleriyle Avusturyalı aileyi gözler, sever.

Yerleşmek üzere kendisini kalacağı Taş Ev'e götüren kardeşinin verdiği,
"Dom'un yukarıda olduğu..." bilgisini, "abla"nın ego'su Sebastian, "vallaha ben fazla kaptırmak istemiyorum" şeklinde yanıtlar.

Yemek öncesi, çamlar altında bir kerevette,
İstanbul'dan gelenler dışında seminere katılmaya niyetli küçük grupla hasret gideren ustasına rastlar, izleyen günlerde grupla tekrarlayarak sonrasında tiryakilik yaratacak şekilde sıkıca sarılır özlem giderirler. 2004'ten beri görüşmediklerinden, "abla"nın anlatacak çok şeyi vardır.

"Abla"nın,
anne yemeği diyerek sevgi ve özlemle adlandırdığı güzellikteki akşam yemeğinde, seminerin diğer öğünlerine de damgasını vuracak olan, çok derde deva zerdeçal baş rol oynar.

Yemek sonrası, ustanın önerisiyle
-belli ki seminer başlamıştır-, esmer güzeli, gülüşü kendinden güzel bir kızla "hayırdır inşallah!" diyerek sakin bir köşeye çekilen "abla"nın üç soru yanıtlaması istenir. Gözlerinin pırıl pırıl akı ile dişlerinin beyazı karanlıkta ışıldayan kardeşi sorar: "Ne istiyorsun?" "Abla"nın hedefi belli; "Ben'im Varlığımla buluşmak!" İkinci soru, "Ne yapacaksın?" Yanıt, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalacağım!" Üçüncü soru "Neyi deneyimleyeceksin?" "Abla" çok kararlı, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalmayı kalıcı hale getireceğim!" Kardeşi sabırla defalarca tekrarlar, Nuh... diyen "abla" ...Peygamber demez, ifadesini değiştirmez. Herşeyin -zaten- yolunda olduğu, hiçbirşey yapmanın gerekmediği prensibine dayanan sorgu, "abla"nın çooook yükseklerdeki çıtasına takılır; değersizlik duygusunu yeni yeni üzerinden atıp Tanrı'nın eşsiz güzellikte bir parçası olduğu fikrine ulaşalı/alışalı, bir lokma bir hırka kanaatkârlığından sıyrılmış -kararlı tekrarlarla ne istediğinin DNA'sına dek her hücresince duyulmasını sağlayan- "abla" ister de ister, talihsiz sorgucu kardeşini epeyce yorar.

Cırcır böceği cırıltısının
aşağıdan gelen dere mırıltısına karıştığı, antepfıstığı, zeytin, mandalina ağaçları arasındaki Taş Ev'e yatmaya giden "abla", pencere kenarındaki yatağında zeytinden sıyrılmış gök parçasında yakalayabildiği yıldızlara bakarken derin, sakin, güzel bir uykuya dalar.

20 Temmuz 2010 Salı

"Abla", katıldığı "Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği*" sonuçlarını test eder.

18 Temmuz 2010, Pazar öğleden sonra, gruptan iki kişiyle Edremit'e bırakılan, acı sıcakta uyuklayarak, poyrazla allak bullak evine ulaşan "abla", oda arkadaşının kendisine hediyesi son akşam mucizesi derin sakin soluklarla geçirdiği huzurlu gecenin sonunda, bir bakar ki kamptan ayrılırken eksik ödeme yapmış! Kampı arar, hesap numarası alır, haftasonu gelecek kızkardeşine pişirmek üzere kızılbacak da almak üzere, Burhaniye pazarına iner.

Şehrin, korkudan doğan öfkeyle çılgın, yazlıkçı mahşer kalabalığı içinde, yüzüne, b..unda boncuk bulmuş ifadesi veren tebessümüyle PTT'ye yollanan "abla", 116 kişi sonraya sıra veren numarasını alır, durum muhakemesi yapar, beklemek yerine havale için bankaya gider.


Görevlinin, içerden değil de, beşte bir havale ücreti ödeyerek dışarıdan, bankamatikten işlem yapmasını önermesiyle,
Hızır Kamp'a borcu 80 TL'yi kartsız yollama "sınavı"na girer:

Bankamatik'in önüne dikilir, altta bulduğu, YENİ başlıklı havale menüsünü tıklar, can havliyle -göbeğinin kastığı- bel çantasından nüfus cüzdanını çıkarır, kendisinden istenen TC Kimlik No'sunu girer, doğum tarihinin ay kısmını 05 diye yazmayı becerene dek debelenir, bir sonraki "level"a atladığını sandığı sırada, kendisinden -kullanmadığı, olmayan- cep telefonu numarasını isteyen ekranı nasıl ikna edeceğini düşünürken, birden, ardından yükselen seslerle ayılır. O arada 5-6 kişiye ulaşmış, -sıcak altında öfke kontrol eşiği epey düşmüş- kuyruk, birbirlerinden aldıkları destekle, yüksek sesle homurdanmakta! Aralarında "abla"ya en yakın yaşlı bey, burnuna düşmüş gözlüğü üzerinden "...bilmiyorsa, hafta sonu kimse yokken gelip öğrenmesini, kimsenin hakkını gaspetmemesini.." önermekte.

Kalabalık oybirliğiyle "abla"yı lanetlerken, o sakince içeri,
duygusal olarak nerede olduğuna bakar, hafif telâş varsa da, panik, yok, dehşet yok, en güzeli öfke yok! Muhteşem! Ardındaki beyi yanıtlar gibi kuyruğa, yumuşacık, "eşit şartlardayız" der, "bir kez daha deneyeceğim". Kartsız işlem butonunu, kısa bir zaman önce "akılalmaz yüzsüzlük!" dediği kılıkta yeniden tıklarken, kanlı bir linçten ürken banka görevlisi yanına ulaşır, kontrolü ele alır:

Ekranda, -elbette "abla"dan hızlı- sörf yaparak cep telefonu aşamasına gelirler, ev telefonunu yazar beğendiremezler, görevli işlemi içerden yapmasını önerir, "abla" 25 TL havale ücreti ödeme fikrini beğenmez, nihayet kızkardeşinin cep telefonunu girerler ama bu kez de para üstü iade sorunu nedeniyle "abla"nın para bozdurmaya gitmesi gerekir.

Yakındaki pastaneye girip cüzdanını eşelerken tam gereken miktarı bulan "abla"nın ayarlarında bir bozukluk olmaz. Elinde bozuk paralarla bankamatik'e seğirttiğini görüp dışarı fırlayan görevlinin yardımıyla işlem tamamlanır. Makbuzla birlikte,
sabır, sükûnet, olgunluk, öfkenin kışkırtmalarına kapılmamak konularında tam not alan "abla", yüreğinde, sokakta sevdiceğiyle karşılaşmış yeniyetme sevinci ve mutluluğuyla çaput pazarından geçip kızılbacak almaya sebze pazarına yollanır.


*"Abla" izleyen yazılarında, "Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği"ni, sürekli okuyucusunun, sebeplerini gayet iyi bildiği, varlığıyla buluşma ihtiyacının onu götürdüğü kampta yaşadıkları, kuşandıkları anlatacak
.